Bağlama sesiyle uyanan şehir: Bir pazar sabahı ve müziğin hafızası
Güneş, Gaziantep’in taş sokaklarına her zamanki gibi erkenden düşer. Geceden kalma ezgiler, sabahın serin buğusunda yeniden yankılanır. Uzakta bir bağlama sesi…
Güneş, Gaziantep’in taş sokaklarına her zamanki gibi erkenden düşer. Geceden kalma ezgiler, sabahın serin buğusunda yeniden yankılanır. Uzakta bir bağlama sesi… Belki bir eski radyodan, belki de bir çay ocağının önünde oturmuş bir ustanın parmaklarından süzülüyor. Bu şehirde müzik yalnızca duyulmaz; solunur, yaşanır ve ruhta yankı bulur.
Pazar sabahları Türkiye’de başka türlü yaşanır. Hele ki belleğiyle konuşan kentlerde… Komşu fırından yeni çıkmış katmerin kokusu, evlerden yükselen demli çayın buğusu ve bir yerlerden duyulan “Sabahın seherinde turnam uyanır mı?” sesi, insanın iç sesine dokunur.
Gaziantep’in sıcak toprakları sadece güneşin kavurduğu bir coğrafya değildir; aynı zamanda hafızanın, aidiyetin ve kültürel sürekliliğin somutlaştığı bir bellektir. Her sokağı bir ağıt, her taş duvarı bir dize gibidir. Tarihi çarşılardan geçen rüzgâr, bakır ustalarının çekiç sesine karışırken, şehrin kalbindeki ritmi duyarsınız. Bu bir nabız atışı değil; medeniyetin müzikal yankısıdır.
Ve müzik…
Bu coğrafyada müzik, sadece bir sanat formu değildir; bir antropolojik ifade biçimi, bir halk hafızasıdır. Aranjörler için bu şehirler adeta kültürel arkeoloji alanıdır. Çünkü burada her nota, bir geçmişin izini sürer. Her melodi, bir annenin ninnisinden, bir göç hikâyesinden, yarım kalmış bir aşkın sessiz feryadından doğar.
Çünkü Anadolu’da yapılan müzik, yalnızca kulaktan kalbe değil; geçmişten geleceğe uzanan bir köprüdür. Sadece işitilmez, sezilir; içselleştirilir.
Birçok besteci ve aranjör için bu topraklar, ilhamın ta kendisinin kıblesidir. Çünkü burada batının armonisiyle doğunun makamı aynı sofra etrafında buluşur. Kimi zaman bir zurnanın çığlığı, kimi zaman bir kavalın melankolisi… Her biri bu kültürle harmanlanır, yeniden doğar.
Eğer bu sabah elinizde bir gazete varsa ve kahvenizi yudumlarken bir köşe yazısı okumayı tercih ettiyseniz, yalnızca birkaç satırı değil; bir milletin müzikal hafızasını okuyorsunuz. Çünkü bu ülkede bazı şehirler susar, ama bazı melodiler konuşur. Ve biz, o melodilerin içinde büyür, köklenir, yeniden umut buluruz.
Çünkü bazı şehirler konuşmaz, çalınır.
Ve bazı melodiler vardır ki yalnızca kulakta değil, tarihin derinliklerinde yankılanır.
Bu topraklarda müzik, sadece bir eğlence aracı değil; bir kolektif bilinçtir. Bir milletin neye güldüğünü, neye ağladığını, neyi kaybettiğini ve neyi aradığını anlatır. Sesi bastırılmış halkların, susturulmuş kentlerin ve en çok da susturulmak istenen kalplerin dilidir.
Ve unutmayın:
Bir ülkenin sesi kısıldığında, önce melodisi susar… sonra hikâyesi.
Ben Kemal Ceyhan…
Bu toprakların sesini geleceğe taşımaya, sadece bir şehirde değil; Türkiye’nin dört bir yanında müziğin yüreğini birlikte duymaya davet ediyorum sizleri.
Çünkü ülkeler sınırlarla değil, ezgileriyle bir arada kalır.
Ve bazen bir melodi, bir manifestodan daha fazlasını anlatır.
Çünkü notalar yalan söylemez.
Ve iyi yazılmış bir melodi, zamanın tanıklığını üstlenir.